Çınarlı Mahallesi Şehit Fethi Sekin Cad. Martı Tower No:1 Kat:8 D:801-810 Bayraklı/İZMİR

Tıbbi Malpraktisin İdarenin Sorumluluğu Şartları Kapsamında Değerlendirilmesi - Danıştay Karar Örneği

Tıbbi Malpraktisin İdarenin Sorumluluğu Şartları Kapsamında Değerlendirilmesi - Danıştay Karar Örneği

Hazırlayan: Suzan Bayraktaroğlu EVGİN

Malpraktis Kavramı: Türk Tabipler Birliğinin Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının “Hekimliğin Kötü Uygulaması (Malpraktis)” başlıklı 13. Maddesine göre; bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi hekimliğin kötü uygulaması anlamına gelir.  Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre ise, tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olanın özenin bulunmadığı bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi uygulama hatası malpraktis olarak anlaşılmalıdır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisi sırasına standart uygulamanın yapılmaması, bilgi ve beceri eksikliği, hastaya uygun tedavi uygulanmaması tıbbi hata olarak tanımlanabilir. Tıp biliminin standartları ile ifade edilmek istenen genel olarak tanınıp kabul edilmiş meslek kurallarıdır. Tıbbi standart ihlali değişik şekillerde gerçekleşebilir. Yanlış tedavi yönteminin seçimi, müdahale sonrası bakım yönetimindeki hatalar hep bu kapsamda değerlendirilir. Hekim özen yükümlülüğünün ihlali ise üç alanda yoğunlaşmaktadır. Bunların birincisi hastanın tedavisinde yanlış teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması tedavi yahut cerrahi girişim sonrası yapılan bakım hatalar, bilgi ve beceri eksikliği sebebiyle meydana gelen komplikasyonlar yani istenmeyen durumların ortaya çıkması. İkincisi hastanın aydınlatılması ve hastanın hastalığının teşhisi için bilgi alınması sürecindeki yetersiz işlemlerdir. Üçüncüsü ise klinik organizasyon alanında yani personelin niteliği, yeterli sayıda bulundurulması hekimlerin birbiri ile işbirliği yani konsültasyon işlemleridir. Bu üç alandaki kusurun hekimin özen yükümlülüğü kapsamında değerlendirmesi gerekir. Bu tanım çerçevesinde tıbbi malpraktise ilişkin örnek bir Danıştay kararını ele alarak inceleyecek olursak; 

Danıştay 15. Dairesinin 11/03/2015 tarih 2013/7669 E. 2015/1396 K. Sayılı kararı uyarınca; 28/08/1998, 25/08/1999, 15/05/2001ve 06/09/2002 tarihlerinde Şanlıurfa Devlet Hastanesine görme bozukluğu şikayetleriyle müracat eden davacının 2003 yılında Başkent Üniversitesi Hastanesi göz kliniğinden yapılan muayenesinde “Glokom” hastası olduğunun belirlenmesi üzerine Devlet Hastanesinde teşhisin geç konulması nedeniyle sağ gözünün kör olmasına ve sol gözünün ise büyük oranda işlevini yitirmesine sunulan sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesinin sebep olduğu ileri sürülerek uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açılan davada, Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesince davası konusu olayda hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla adli tıp kurumu nezdinde yaptırılan ve hükme esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle, olayda hizmet kusuru ve ihmal bulunmadığı dolayısıyla idarenin tazmin yükümlülüğünün bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.  

Danıştay ise, dosya kapsamından, davacının düzenli olarak aynı hastanenin aynı servisine dört defa muayene olduğu halde, davacı için doğru teşhisin konulmadığı, bu hususa hastanede gerekli cihazın bulunmamasının katkısı olduğu düşünülse de, aynı şikayetlerle başvurduğu anlaşılan hasta için durumunun düzelmediği değerlendirilerek hastalığı için altta yatan gerçek nedeni içeren patalojinin araştırılması yoluna gidilmediği saptanmıştır. Bu gerekliliğin anılan hastanede yapılmamasının cihaz eksikliği nedeniyle mümkün olmaması halinde hastayı ileri tetkik ve tedavi imkanlarına sahip bir merkeze sevk etmek gerekirken bunun da yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Zira hekimlik sözleşmesi hekime teşhis koyma yükümlülüğü yüklemektedir. Bundan dolayıdır ki seçilecek tedavi yönteminin isabetliliği iyi ve doğru bir teşhise bağlıdır. Teshis için gerekli muayeneyi yapan, tetkikleri yaptıran ve elde edilen bulguları özenle değerlendiren hekim bakımından teşhiste yanılma halinde sorumluluk doğrudan gündeme gelmeyecektir. Ancak iş bu olayda olduğu gibi dört defa aynı şikayetlerle müracaat edilmiş olmasına ve aynı tedavi yönteminin uygulanmasına rağmen olumlu sonuç alınamamış olması halinde, hasta şikayetlerinin altında yatan asıl patolojinin araştırılması, bu kapsamda kapsamlı tetkiklerin yapılması, cihaz eksikliği nedeniyle bunun yapılamaması halinde ise ileri tetkik ve tedavi için hastanın üst merkeze sevki gerekecektir. Bu durumda yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında davalı idare bünyesinde faaliyet gösteren Şanlıurfa Devlet Hastanesinde sunulan sağlık hizmetinin “ Tıbbi Uygulama Hatası” kapsamında değerlendirildiğinden kusurlu işletildiği anlaşılmaktadır. Durum böyle olunca yukarıda açıklaması yapılan “ Tıbbı Uygulama Hatası” kavramı dikkate alınarak hastada meydana gelen görme kaybına eksik ya da yanlış bir uygulama ile sebebiyet verildiği anlaşıldığından sunulan sağlık hizmetinin kusurlu yürütülmesi nedeniyle davacıda oluştuğu ileri sürülen maddi kaybın karşılanması gerekeceğinden, ….davası konusu olayda, Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporda da ifade edildiği üzere ‘yapılan rutin göz muayenelerinde göz tansiyonu ölçmek gerektiği, ölçülmemesinin eksiklik olduğu ancak hastanenin yönetimi, satın alma ve ambar bölümleri ile yapılan yazışmalarda adın geçen sağlık kuruluşunda göz içi basıncını ölçmek için herhangi bir alet olmadığı, bu surette sağlık hizmetinin kusurlu işletildiğini gösterdiğinden, davacının manevi tazminat talebinin karşılanması gerektiği anlaşıldığından,…  davacı tarafın temyiz isteminin kabulü ile Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesinin 10/09/2021 tarih 2007/1002 Esas ve 2012/1571 Karar sayılı kararının BOZULMASINA” dair karar kurulduğu görülmüştür.

Bu karar içeriğine dikkat edildiğinde kamu özel ve tüzel kişileri vasıtasıyla sağlık hizmeti veren idarenin bu işlemin yürütülmesi sırasında meydana geldiği zararda doğrudan doğruya sorumlu olduğu görülmektedir. Çünkü idare bu sağlık hizmetini vermek amacıyla gerekli olan kamu tüzel kişilerini oluşturmak araç gereç ve personeli hizmetin gereklerine uygun bir şekilde bulundurmak zorundadır. Nitekim olayımızda olduğu gibi söz konusu devlet hastanesinde göz tansiyonunun ölçülmesi için gerekli olan bir cihazın bulundurulmamasını ve bu cihaz olmadığından hastaya rahatsızlığı sebebiyle zamanında ve doğru teşhis konulamaması ve gerekli tedavi sürecini kaçırması sebebiyle gözlerinde görme kaybına neden olması sonucu çıkmasından ötürü idareyi, yüksek mahkeme sorumlu tutmuş ve bu durumu tıbbi uygulama hatası olarak kabul etmiştir. Aynı şekilde sağlık hizmetinde görevli olan personelin de yanlış veya eksik tanı koymasına ya da örnekte olduğu gibi hastanın görme şikayeti sebebiyle dört defa aynı kamu hastanesinin göz polikliniğine müracaat etmesine rağmen önce  yani 1998 yılında hastaya refraksiyon kusur tanısıyla 2,5 ve 3 numara gözlük verildiği rahatsızlığın gerçek nedeninin açıklanmadığı, görme derecesinin daha da azalması üzerine 1999 yılında yine aynı birim tarafından muayene edilip gözlerinde başka herhangi bir rahatsızlığı olmadığı belirtilip sadece gözlük numarasının değiştirildiği, 2001 yılında sağ göz 6 numara, sol göz 4,5 numara gözlük verildiği, başka bir göz hastalığının belirtildiği, 2002 yılında sağ gözüne 5 numara sol gözüne 4,5 numara gözlük verildiği, yine hastanın şikayetlerinin geçmemesi üzerine hastanın kendi imkanları ile Başkent Üniversitesi Hastanesi göz hastalıkları servisine başvurduğunda yapılan muayenede hastaya glokom tanısının konulduğu sağ gözünün tamamının görmediği, sol gözünün ise kör olmak üzere olduğunun anlaşılması üzerine acil müdahale yapıldığı ve sol gözünün bu şekilde kısmen kurtulduğu bu suretle kamu hastanesi niteliğinde olan Şanlıurfa Devlet Hastanesinde yapılan muayenelerde her seferinde aynı tedavi yöntemlerinin uygulanıp hastanın evine gönderildiği oysa hasta şikayetinin altında yatan asıl patolojinin araştırılması ve kapsamlı tetkiklerin yapılmasını ihmal edilmesi suretiyle hastanın geri dönülemez şekilde görme kaybına  neden olunmasını hizmet kusuru olarak kabul etmiş ve idareyi tazminata hükmetmiştir. 

Sonuç olarak idare tarafından yürütülen sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesi nedeniyle zarar gören bireyin uğradığı maddi ve manevi zararının tazmin edilmesi hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Söz konusu zararın tazmin edilmesi de idari yargıya özgü tam yargı davaları yoluyla sağlanmaktadır. İdari yargının en yüksek mahkemesi konumunda olan Danıştay uzun yıllar sağlık hizmetinden yararlanan kişinin zarara uğraması halinde bu zararın tazminin idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün görmekte iken son yıllarda yaptığı içtihat değişikliği ile ağır hizmet kusuru yerine hizmet kusurunun varlığını yeterli kabul etmiş ve her somut olayın özelliğine göre hizmet kusurunun bulunmadığının belirlenerek idarenin tazmin sorumluluğu hakkında karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır. 

Kategoriler